Kamerun’da Bayram Sabahı

Sabah saat altı civarı ve Ramazan bitti. Bayram sabahı. Elbette güzel bir sabah ama benim adıma daha önceki bayramlara benzemiyor. Bir burukluk var içimde sevdiklerimden uzakta Afrika’nın orta yerinde bir bayram sabahına uyanıyorum.

Planımız buradaki büyük bir camiye gitmek ve bayram havasını orada daha iyi yaşayabilmekti. Uzak da olsa gidecektik, ancak buranın güzelim yağmurları planımızı bozdu. 😦 O yüzden mahallemizdeki küçük camiye gittik.

Öğrendik ki namaz saat sekiz buçuk civarında olacakmış. Yağmurlu olduğundan dışarda da kalmamak için saat sekizde camiye gittik. Ama hiç de beklediğimiz gibi değildi pek fazla kişi yoktu. Neyse iki rekatlık bir namaz kıldıktan sonra oturduk başladık beklemeye. Camiye gelen bir kısım insanlar Kur’an okuyordu bir kısmı da ellerinde tesbih il bazı zikirler ile meşguldü.

Biz de oturduk beklerken bazı salavat-ı şerifeleri okumaya koyulduk. Derken saat dokuz oldu imam efendi hala ortalıkta yoktu. Saat 9:40 civarında ancak gelebildi imam.

Imam gelene kadar eskiden Kütahya’da geçirdiğim bayramlar hatırıma geldi.

Sabah erkenden kalkardık ve babam ile birlikte adeta bir gelenek haline getirdiğimiz Kütahya’nın en eski ve en büyük camilerinden UluCamii’ye giderdik. Yavaştan, sabah serinliğinin de keyfini çıkararak yer yer çöplükleri karıştıran kedi ve köpeklerin yanından geçerek yaklaşık 40 dakika boyunca yürüdükten sonra varırdık camiye.  Genelde de evden erken çıktığımızdan vakit olurdu o yüzden Ulucami etrafında bulunan çayocaklarından birine girer, birer çay içer yanında da yeni fırından çıkmış taze çıtır simitin keyfine varırdık. Ancak bu ortamda beni hep rahatsız eden sigara dumanından da nefret ederdim. 😦

Her neyse simit ve çay keyfi bittikten sonra girerdik camiye. Genelde kıble’nin ters tarafındaki büyük kapıdan girmek hoşuma giderdi o yüzden oradan girerdim camiye.  Camiye girdiğimizde bir sürü insan da bizden önce davranıp girmiş ve düzensiz bir şekilde yer tutmuş olurlardı. O yüzden kapıdan girer girmez gözlerim bir boşluk arardı. Çünkü bu düzensizlikte adeta tüm cami tıka basa dolmuş gibi görünürdü. Ama yine de gözüme kestirdiğim bir boşluğa sıkışık da olsa gider otururdum. 🙂 Etraftaki amcalar bazen surat asarlardı  🙂

-Uf  zaten sıkışık gel bir de sen sıkıştır 🙂

Ama zamanı geldiğinde ve saflar düzelmeye başladığında arka sıradan birkaç saf boşalırdı. O yüzden ben rahattım.

İşte bu sıkışıklıkta oturduğum yerde gözüm genelde ulucaminin kubbelerindeki küçük pencerelerde olurdu çünkü sabah vakti o küçük pencerelerden giren güneş ışığının verdiği keyif gerçekten hiç bir şeye değişilmez.

Pencerelere bakmaktan yorulan gözlerim bu sefer cami duvarındaki arapça ifadelere takılır ve onları okumaya koyulurdu. Her birisi farklı bir hat sanatında yazıldığından bir kısmında bayağı bir vakit harcadığımı bilirim. Hatta bir tanesi var daha geçen sene okuyabildim 🙂

Pencereler duvarlar derken müezzin başlardı tekbir’e. İşte o anlar hayatımda yaşadığım ender ve çok zevkli anlardandı. İnsanın içinde öyle bir ürperti ve heyecan oluşturuyorlar ki tarifi imkansız. Yaşamak lazım. 🙂

Tekbirler, vaaz derken namaz vakti gelir ve imam vaazı bitirmeden önce senede iki defa kılındığından unutulan bayram namazı nasıl kılınır onu tarif ederdi.

Ve sonrasında namaz, hutbe, yine tekbirler ve namaz biterdi.

Namaz sonrası imam ile bayramlaşmak isteyenler sıraya girerdi ve bayramlaşmasını yapan imamın yanında bekler arkadan gelenler ile o da bayramlaşırdı böylelikle harika bir bayramlaşma halkası olurdu.

İmam ile de bayramlaştıktan sonra camiden çıkardık ve simitçiler yeni çıkmış simitleri ile beklerlerdi. İşte bu simitçi amcalardan da evde kardeşlerime götürmek üzere birer simit alır evin yolunu tutardık.  Eve vardığımızda da evdekilerle bayramlaşma ve sonrasında harika bir kahvaltı….

Vay be imam’ı beklerken neler de geçmiş aklımdan. Kamerun’da bir bayram sabahını yazmak isterken Kütahya’dan bir manzara çıktı ortaya 🙂

Güncelleme 🙂 Ramazan 2010 ilk ziyaretçileri de göründü kapıda 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *